ZAMANSIZ ÇALABİLDİĞİMİZ KAPILAR
(Hüsnü Amca’ya geç kalmış bir teşekkür ve özür…)
Bu gün düşünüyorum da yaşadığımız apartmanlarda komşumuzu tanımıyoruz, selamlaşmıyoruz bile. Kimdir, iyi midir, kötü mü.. bir derdi mi var.. hiç birini umursamıyoruz… aynı binada onlarca kişi bir birinden habersiz kendi hayatımızı yaşıyoruz.
Köyümüzün bakkallarının birisi Hüsnü Amca’nındı... köydeki bakkallarda tabela olmaz, olsa bile silik bir yazıyla bir köşeye yazılmış olur ve kimse görmez, bakkallar sahibinin adıyla anılır. Üç bakkaldan birisi olan Hüsnü Amca’nın bakkalından, biz çocukların en çok aldığı da bir kabuğun içine saklanmış fıstıklardı.. hatta o fıstıkların adını da Hüsnü Amca’nın fıstıkları olarak yıllarca anmaya devam ettik.. pencerenin önünde şeffaf bir kabın içinde bizim almamızı bekleyen fıstıklar.
Şimdi büyük marketlerden hiç konuşmadan, hatta göz göze gelmeden alış veriş yapıyoruz. Ne kadar çok alırsanız, ne kadar çok para verirseniz o kadar değerli olduğunuz bir markete girip çıkıyoruz. Hüsnü Amca’nın bakkalında ve köyümüzün diğer bakkallarında sadece alış veriş yapılmaz; dertleşilir, siyaset yapılır.. güncel olaylar paylaşılır.. bakkal her gelenle kalabalıklaşır ve bir süre sonra bir paket sigara, bir ekmek, çay, şeker alan insanların ellerinde torbalarla beklediği bir sosyal alana dönüşüverirdi. İnsanlar bir birinin hayatına her yönü ile katılır, ürün satmak almak sanki far edilmeden yapılan bir araca dönüşürdü.
Bir şey alırken mutlaka bir de paylaşım gerçekleşirdi. En çok babamı sorardı Hüsnü Amca; bilirdik boş ve öylesine sorulan sorular değildi bunlar, insanların gerçekten bir birini düşündüğü ve bir biriyle ilgilendiği günlerdi. Sanıyorum bunları hisseden son nesillerden biri de bizim nesil olacak.. Daha çok küçük yaşlarda bir sürü deneyimle bunu hissetmeye başladık, sadece doğduğumuz büyüdüğümüz ev değil büyük bir ailenin içinde yaşamaya başlamıştık, sadece kendi ağabeyiniz, ablanız değil arkadaşlarınızın ağabeyi, ablası da size karşı sorumlu davranırdı.
Unutamadığım ve çocukluğumda bir çok kez tanık olmak zorunda kaldığımız gecelerde, babamın sara nöbetleri geçirmesiydi.. büyük bir çığlıkla uyanırdık ve babamın kendini kaybetmiş bir şekilde çırpınırken bulurduk, tabi annemin de onun başında bir şeyler yapamamanın verdiği çaresizlik içinde çırpındığını izlerdik. Gecenin yarısında bu kadar zor bir durumda annemin ilk söylediği şey “Koş oğlum Hüsnü Amca’nı çağır” olurdu. Karanlıkta koşarak Hüsnü Amca’nın kapısını bir çok kez çaldığımı hatırlıyorum. Hiç soru sormadan evimize gelir ya babamı hastaneye götürürler ya da diğer komşularla birlikte babam kendine gelinceye kadar başında beklerlerdi.
Babam kendine geldiğinde ilk sorusu “Ne oldu bana?” olur, evimizdeki komşuları gördüğünde hasta olduğunu anlardı. Köyde herkes evimize taşınır, babam iyileşinceye kadar gelip gidenlerle dolup taşardı… işte o anlarda, o zor günleri daha kolay atlatır, daha güvenle yaşamımıza devam etmeyi başarabilirdik. Hayata daha rahat tutunur ve sıkıntılarımızı aşabilirdik.
Sanıyorum eskiden bir birimizin hayatına daha fazla katkı veriyordu insanlar. Babamın hastalığının en zor günlerinde bizler için çırpınan, bir an önce onu hastaneye yetiştirmeye çalışan Hüsnü Amca ve tün komşularımıza şimdi geç kalmış bir teşekkür borcumuz olduğunu biliyorum; onların o çabası sayesinde babamın hastalığıyla daha iyi mücadele edebildiği, daha uzun bir ömre ulaşabildiğini düşünüyorum, bunun için bir kez daha teşekkür ediyorum.
Şimdi bizler, kendine ve kendi sorunlarına gömülmüş hayatlarımızda, bırakın komşularımızın hayatına katkıda bulunmayı, çocuklarımızı onlardan uzak tutmaya çalışıyoruz.. başkalarının verdiklerini yeme.. onların dediğini yapma.. sürekli bu korkuyu aşılıyoruz çocuklarımıza, oysa başkaları ile yaşamanın insan için ne kadar önemli olduğunu unutuyor ve bundan mahrum ediyoruz çocuklarımızı. Her geçen gün toplumun, toplu yaşamanın verdiği güven duygusunu kaybediyor ve yerine bir birinden korkan, uzaklaşan insanlar oluveriyoruz. İşte bunun için de Hüsnü Amca ve onlar gibi bizim yaşamımıza değer katan insanlardan özür diliyorum.. onların bize bıraktıkları bu gerçek mirasa sahip çıkamadığımız, koruyamadığımız ve kendi çocuklarımıza bırakamadığımız için.
Oysa daha iyi, daha güvenli ve sağlıklı bir yaşam için elimize çok doğru bir anahtar verilmişti. Yıllarca bu anahtar sayesinde daha mutlu yaşamayı öğrendik, ama ne olduysa birden bire bu anahtarı bırakıp yerine daha maddi, insani olmayan yollar arar olduk.. ve bu yollarda da hepimiz kaybolduk. En kötüsü de kendi çocuklarımıza söyleyecek, yerine bırakacak daha iyi bir şey bulamıyoruz. Tekrar o günleri yaratma şansımızın kalmadığını biliyorum, bu anlattıklarımın bile insanlara masal gibi geldiğini biliyorum.. Ama o masalları onlarca defa yaşamış olmaktan mutlu oluyor ve geç kalmış bir teşekkür ediyorum.
Şimdi marketlerden aldığımız fıstıkların o tadı vermeğini biliyorum. O zaman aldığımız sadece fıstık tadı değildi herhalde; o fıstıkların içine gizlenmiş güven duygusuydu. Artık bu tadı bir daha alamayacağımız için o günleri bize yaşatanlardan özür diliyorum.
Fazlı Levent Oğuz